BEKİR SITKI ERDOĞAN’IN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ

9 Eylül 1926 yılında Karaman’da doğmuştur. Karaman ilk ve ortaokullarından sonra; Kuleli Askeri Lisesi’ni,ve Harp Okulunu bitirdi. Daha sonra on yıl kıt’a hizmeti yapmış ve yine asker olarak Dil ve Tarih- Coğrafya fakültesini bitirip Astsubay  ve Heybeli ada Deniz Harp Okulunda uzun süre edebiyat öğretmenliği yapmıştır. 50 yıl marşının söz yazarıdır. (1973). Türk şiirine, müzikalitesi bol, halk şiirlerine yatkın bir mısra örgüsü getirdi,

Bekir Sıtkı Erdoğan; 1949 yılında yayımlanan <Şadırvan>dergisinde çıkan Binbirinci gece şiiri ile dikkatleri üzerine çekti; daha sonra <Çağrı>,<Hisar> dergilerinde göründü. “Marya”, “Kışlada Bahar> şiiriyle ünü genişledi.

Aruz ve hece vezniyle şiirler yazmış olun Bekir Sıtkı Erdoğan, en çok, halk şiiri tarzında koşma geleneğini sürdüren şiirleriyle sevilmiştir. “Hancı” ve “Asker Mektubu” olarak tanınan “Birincigece” ve “Kışlada Bahar” gibi şiirlerinde onun, saz şiiri geleneğimiz üzerine yeni, canlı temler biraz bohem hatta derviş duygular katabildiği görülmektedir. Bu onun, Mehmetçiğin ve halkın iç duygularına yatkınlığından da  ileri gelmektedir.

Böylece saz şiirlerimizin aşık ve hasretli halk dilini  ustaca kullanmaktadır. Aşık  Ömer tarzının sevilmiş, oturmuş ahengiyle aruzun iç musiki değerlerini kaynaştıran bu şair, Rıza Tevfik ile Faruk Nafiz’in yenilenmiş dünyalarını hatırlatmaktadır.

Halk ile aydını, er ile subayı ortak duyarlılıkta kaynaştıran “Kışlada Bahar” tarzı bu şiirlerde Anadolu halk adamının ekmek ötesi, sıla, aşk, ölüm, gibi sevinç ve kaygıları yer almaktadır. Şairin kendisini de çağdaş bir “rint” olarak, aşık bir genç veya garip bir aydın olarak bu şiirlerin nakısında yer almaktadır. İstanbul ile taşranın şaşkınlık, hayranlık ve “garibanlık” dolu iniltileri ile kışladaki askerin yavukluya, anaya ince sevdası, romantik tablolarla sunulmaktadır. Dönemin bir kısım kişileri, Anadolu insanını ille “hayvani” yanları ile yozlaştırmaya çalışırken, Erdoğan (bir Karaca oğlan gibi) dostlukta, vefada, duyguda, saygıda, sevdada söz götürmez üstünlüğünü anlatmaktadır.

Millet ve devletine bağlı, tarih, din, kültür ve medeniyetine hayran bu subay ve öğretmen hayatını ömrü boyunca sürdürmüş, mütevazı derslerinde ve şiirlerinde de bunları telkin etmiş bulunan Erdoğan’ın kişilik ve mizacı, belki en güzel, su rubâisi ile anlatılabilir.

Söz taciriyim inci güher söylemedim.

Fikrimde hayır yoksa da şer söylemedim.

Tanrım şımarıp rahmetinin bolluğuna.

Affet! Yarım aklımla neler söylemedim.

 

        BİNBİRİNCİ  GECE

 

Gurbetten  gelmişim, yorgunum hancı

Şuraya, bir yatak ser yavaş yavaş...

Aman karanlığı görmesin gözüm!

Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.

 

Sıla burcu burcu, ille ocağım,

Çoluk çocuk hasretinde kucağım...

Sana herşeyimi  anlatacağım,

Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş.

 

Güç belâ bir bilet aldım gişeden,

Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan!

Hancı n’olur elindeki şişeden,

Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş.

 

Ben o gece hem ağladım hem içtim,

İki gün diyardan diyara uçtum...

Kayseri yolundan Niğde’ye geçtim;

Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş...

 

Garibim; her taraf bana yabancı,

Dertliyim; çekinme doldur be hancı!

İlk önce kımıldar hafif bir sancı,

Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.

 

Bende bir resmi var, yarısı yırtık,

On yıldır evimin kapısı örtük!

Garip, bir de sarhoş oldu mu artık,

Bütün sırlarını der yavaş yavaş.

 

İşte hancı! ben her zaman böyleyim,

Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim!

Kaldır artık, boş kadehi neyleyim,

Şu benim hesabı gör yavaş yavaş..

             

          

Cumhuriyet dvri Türkiye’sine hakim olan şiirlerden çoğu gelenekten bazı unsurları içine almakla beraber, (genellikle) batılı edebiyat akımlarının etkisi altında yazılmışlardır. Bu akımları yakından hisseden aydın tabakanın duygularını oldukça sadık bir şekilde aksettirirler. Fakat Türkiye’de nüfusun büyük bir kısmı, herkesin bildiği gibi hâlâ yüzyıllardan beri devam edegelen hayat şartları içinde yanmakta ve eski duyuş tarzını muhafaza etmektedir.

Bu duyuş tarzına bağlı kalanlar, şiir ihtiyaçlarını genellikle daha önceki nesillere ait eserlerle tatmin etmektedirler. Mesela Mehmet Akif ve Yahya Kemal bu gün milliyetçi veya muhafazakar kesimin en çok okuduğu ve sevdiği şiirlerdir. Kabiliyetli şairlerin çoğu, günlük yaşayışlarında olduğu gibi sanat sahasında da batının en son cereyanlarını örnek aldıkları için, Türkiye’de çok geniş bir sosyal tabaka oluşturan bu insanların duygularına tercüman olmamakta, çok az bir kesime hitap etmektedirler. Yazılan bir çok güzel ve orijinal eser halâ yadırganmakta ve okunmamaktadır.

Bu eksiklik genç nesiller içinde bazı kabiliyetleri geleneğin içinde bir yenilik aramaya sevk etmiştir. Onların arasında dikkati çekenlerden biri “Binbirinci Gece” şiiriyle geniş bir şöhret kazanan Bekir Sıtkı Erdoğan’dır.

Bu şiir Bekir Sıtkı Erdoğan adına o kadar bağlanmıştır ki, şairin “Bir Yağmur Başladı” isimli küçük kitabını neşreden yayın evi, kapağa “Gurbetten gelmişim yorgunum hancı şairinin kitabı” diye bir cümle koymak ihtiyacını duymuştur.

Faruk Nafiz’in Han Duvarlarını özellikle de o şiirdeki han duvarlarına, titrek, acıklı kıt’alar yazan âşık, Maraşlı Şeyhoğlu Mustafa’yı hatırlatan bu şiir, çoğu gezginci ozanların hicranı ile yazılan gerçek saz şairinin damarını yakalamıştır. Onlardan fazla olarak Bekir Sıtkı  Binbir Gecesine halk adamının hüzün karışığı neşesini de karıştırmıştır.

<Binbirinci Gece> gerek şekil, gerek muhteva bakımından halk şiirinin bir devamı gibi gözükmekle beraber, alelâde bir taklit değil, yeni ve okuyucuda güzellik uyandıran bir şiirdir. Şair vezin, kafiye ve durakları, geleneği bozmadan orijinal bir şekilde kullanmasını biliyor.

Divan şairleri gibi halk şairleri de kendilerine has bir mükemmeliyete ulaşmıştır. İşte Bekir Sıtkı Erdoğan bu şiirinde gelenekle mükemmel hale gelmiş unsurları kullanarak yeni bir eser meydana getirmiştir.

Burada yeni olan kafiyeye, şekle, dile halk şiirinde olduğundan daha kuvvetli bir ihtiyaç, sentaks değişikliği ve içeriğe sokulan objektif unsurlarla yaratılan atmosferdir.

Gurbet duygusu halk ve yüksek tabaka edebiyatlarından öteden beri işlenmiş bir konudur. Bu bakımdan burada yeni olan duygu değil, onun ifade ediliş tarzıdır. Şiirde vezin ve kafiye sisteminin aynı kalmasına karşılık cümle şekillerinin değişmesi hoş bir intiba uyandırır. Daha birinci mısrada 6+5 veznine uymakla beraber cümle doğal konuşmaya uygun bir şekilde iki kısma ayrılır. İkincide mısra hem durak, hem muhteva bakımından birinciden farklıdır. Yekpare olarak söylenen ve nida ile biten üçüncü mısra da öncekilerden ayrılıyor. Dördüncü mısrada tekrar ikincinin tonuna dönüyor. Diğer dörtlüklere bakıldığında onlarda da ince ifade farkları görülüyor. Halk şiirinde şiir boyunca buradaki kadar değişen, zengin bir mısra yapısına rastlayamayız.

Şiirin içine serpiştirilmiş olan dekor, eşya ve mekanla ilgili unsurlar, <yatak,perde, gişe, Haydarpaşa, Kayseri, Niğde, Bor, resim, şişe, kadeh...> v.b. göz önünde bir gerçeklik intibası uyandırıyorlar. Bunlar şiirde anlatılan duyguya uygun, onu yaşanılan hayata bağlayıcı bir rol oynuyor. Halk şiirlerinde de dekor, eşya ve mekan unsurları vardır. Fakat onlar buradaki kadar ana fikre bağlı, canlı ve yeni değildir.

Şiirin genel tonu santimantal olmakla beraber, şişkin ve mübalağalı bir ifade tarzı kullanılmamıştır. Üslûbu şairaneliğine rağmen nüansları belirtme gayesini güder:

            İlk önce kımıldar hafif bir sancı,

            Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.

 

            Bende bir resmi var, yarısı yırtık,

            On yıldır evimin kapısı örtük!     

                                                            mısraları şairin subjektif ve objektip unsurları, nasıl, kafiyenin tesadüflerinden faydalanarak, gerçeğe uygun bir şekilde tasvir ettiğini gösteriyor.

 Bekir Sıtkı Erdoğan hece ile yazdığı şiirlerinde aynı başarıya ulaşamamış, vezin ve kafiyenin ahengine kapılarak, mısraların yapısını ve muhtevayı buradaki gibi nûaslı Bir şekilde işleyememiştir.

 KARAMAN

Karaman’a hasretliğim,

Üzüle üzüle bitmez;

Yollar bir ip, dağlar düğüm

Çözüle çözüle bitmez.

 

Sabah erkekler işine,

Döner akşamın beşine,

Güğümler çeşme başına,

Dizile dizile bitmez...

 

Biçim biçim fistanları,

Dile gelmez destanları,

Güz gelince bostanları,

Bozula bozula bitmez...

 

Kalesi tek bir şaheser!

Hatunya dilsizdir, susar,

Mansur dede, Abbas, Hisar

Gezile gezile bitmez...

 

 

 

Kırmale yollarının sonu,

Şamkapı’ya bakar yönü,

Kırmale’den öte yanı,

Kazıla kazıla bitmez...

 

Git, gör imareti aman!

Kimler geçmiş zaman zaman...

Velhasılı şu Karaman

Yazıla yazıla bitmez...

 

 Ta Şinasi ve Namık Kemal’den beri yeni Türk edebiyatçılarının başlıca gayesi, sosyal bünye ve hayat görünüşüyle beraber, Halk ve Divan edebiyatlarından adeta taşlaşmış olan yeksenak duygu ve ifadeyi değiştirmek olmuştur.  

 

            KIŞLADA BAHAR

Kara gözlüm efkârlanma gül gayrı,

İbibikler öter ötmez ordayım.

Mektubunda diyorsun ki “gel gayrı”

Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

 

Ah çekerim resmine her bakışta

Bir mahzunluk var o boyun büküşte!

Emin olki her sigara yakışta

Sanki duman tüter tütmez ordayım.

 

Mor dağlara karargahlar kurulur.

Eteğinde bölük bölük durulur...

On dakika istirahat verilir;

Tüfekleri çatar çatmaz ordayım.

 

Dağlar taşlar bu hasretlik derdinde ,

Sabır sebat etmez gönül yurdunda!

Akşam olur,tepelerin ardında,

Daha güneş batar batmaz ordayım.

 

Aramıza dağlar girmiş koskoca!

Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce...

Bir gün değil, beş gün değil her gece,

Yatağıma yatar yatmaz ordayım.

 

Bahar geldi koyun kuzu koklaştı.

İki âşık dört senedir bekleşti

Karagözlüm düğün dernek yaklaştı.

Vatan borcu biter bitmez ordayım.

                

 

 

 

Aruz  ve hecesiyle, aşk ve sanat anlayışı, ebedi ve töresiyle Türk şiir geleneğine bağlı olan ve hiçbir şiirinde bundan sapmadığı gibi böyle bir şiir birikimine gittikçe daha büyük saygı ile eğilen Erdoğan, bu görüşlerini, bana yazdığı mektupta şöyle belirtmektedir.

 

<ŞİİR ANLAYIŞMA GELİNCE:

        “Şiirin eskimeyeceğine, hatta bir mimari eser, bir heykel, bir sini harikası gibi değerinin ortacağına inandığım için bütün kültür miraslarımıza veraset yoluyla hissedar olmaya çalışıyorum. Yûnus’tan, Veysel’e, Fuzuliden Yahya Kemal’e ulaşan Halk ve Aydın edebiyatımızı kesintisiz benimseyip, bütünüyle seviyorum. Onların yoluna onlara lâyık olmaya özeniyorum. Koşmalarımda<ayakların> güçlü olmasına çok emek verdiğim için şiirlerim çok çabuk sempati kazandı. Halkımız bizim olanı, bizi ifade edip bize benzeyeni seviyor. Şiirin <sanat için Sanat kuralıyla >ele alınması, onu en güzele götüreceği için topluma mal olacaktır. Şu halde toplumcu şiir olacaktır. Şiirin en güzel faydası şiir olacaktır. Şiirin en güzel faydası şiir olmasıdır. Gülün, karanfilin, menekşenin çiçek olarak değeri, ilaç olarak değerlerinden herhalde öndedir. Şarkının faydası da öyle. En faydalı şarkı, en büyük nasihatları söyleyen şarkı değil, ruhumuza işleyen en güzel nağmelere sahip olan şarkıdır. Şiirde tıpkı bir çiçek gibi, kanımızı değil, ancak ruhumuzu doyurur.>

        Bekir Sıtkı Erdoğan 1940’tan sonra Aşırı moda haline gelen, Batı şiiri örnekleri ile kolay yenilik yapma ve Türk şiiri geleneğinden kopmak tutumlarını da kınıyor. Bu yola açılmış olan kişi ve grupların ettiklerinden şöyle yakınıyor:

        “Günümüzde şiirimizle genç kuşak arasında ciddi kopukluklar meydana getirildi. Altı yüzyıldan fazla süren geleneğimizi bir çırpıda silip atmak istediler. “Gâvur İcadı” diye bir takım gelişmeleri reddedenleri kınayanlar, aynı hataya kendileri düşmüşlerdir. “Bu İran icadıdır, bu Arap icadıdır diye” aruzu kullanmayanlarla birinciler arasında zihniyet olarak ne fark var?

          Atalarımızın kullandığı hece ölçüsüyle daha geliştirdikleri aruzu neden kullanmayalım? Bunu tam altı yüz yıl  kullanmış, sonrada yerine hiçbir şey bırakmadan altı günde terk etmişiz. Bu garip geliyor bana. Aruza yetişemeyenler, ona “koruk” diyerek kötülemeye çalışıyorlar. Bana kalırsa, şiirimizi sevenlerin hem halk şiirimize, hem de divân şiirimize çıraklık yapması gerekiyor.

          Ben şahsen divân edebiyatımıza ait bir şiiri alıyor ve okuya okuya meşk ederek iki günde bitiremiyorum. Şimdi yazılanlara bakıyorum, âdeta bizim zevkimizle alay ediliyor gibi, kahroluyorum. Âdeta asırlardır inşa edilen sanat harikalarının enkazı altında kaldık. Günümüzde şiir devam ediyorsa, bu halk şiirinin desteğiyle ayakta duruyor. Ölçü, kâfiye bir yana, yazıları şiirden mânâyı da attılar.

        Yüzyıllardan beri süzülerek gelen nâdide şiiri bir yana atıvermek bize ne kazandıracaktır? Maalesef yaşı ilerlemiş bazı şiirler bu anlamsızlıkta hâlâ israr ediyor. Çocuklarımız bu yüzden şiir okumayı seviyorlar. 1940’tan beri âdeta şiirde karikatür havası estirildi. Belki buna zamanla alışırız diye düşündük; fakat düşündüğümüz gibi olmadı.

        Yeni akımlar, belirdi mihrakların mesaj vasıtası haline geldi. Yaptıkları tek şey eskiyi yıkmak, güzeli yok etmekti. Bunlar yok olunca kendileri de yok oldular. Etrafındaki payandalar yıkılınca bina çöker. Şiirimiz bu kadar taarruza rağmen yinede iyi dayandı. Bunda halk şiirimizin desteğini de unutmamak lâzımdır. Orhan Veli’ nin bazı şiirlerinde gürül gürül halk şiirinin havasını hissetmem mümkündür.

En son şunu söyleyeyim: Allah’ın yarattığı güzelliklerden ilham alarak şiir yazmayanlar gerçek mânâdan şair değildirler. Bu ilham işini Yunusvâri yapmak lâzımdır.

Şiir kitapları:Bir Yağmur Başladı(1949-57), Dostlar Başına (1965)’dır. 1965’ ten bu yana şiirlerini “Gönüller Kavşağı”, sıkça yazdığı rûbailerini ise “Sabır Sarmaşıkları” adları altında toplanmıştır. Bunlar Kültür Bakanlığınca yayınlanacaktır.

Erdoğan’ın 1965’ten sonraki, yâni yeni kitabında çıkacak olan şiirlerinde biraz daha derinleşen, dünyasını tasavvufu arayan yapılara yöneliyor. Bunların çoğunda aruz veznini ve Divân edebiyatı, nazım şekillerini tercih ediyor.

                      ESKİ SEVDADAN

Bal ne bilsin arı mizâcı neden mızmız olur.

Yüz sürüp aşkı niyâz ettiği ezhâra bakın.

 

Yıkmışım altı asırlık o mübarek yapıyı,

Kendi enkazımın altında ki mimâra bakın:

 

Bu derin şevkle Bekir Sıtkı neler söylememiş!

Söylenen sıra değil, söyleyen esrâra bakın.

         

                      MUTLU ÇAĞDAN

Bazen köpük köpük eriyen bir düşüncesinin,         

        Her martı çığlığında biraz kaybolur sesin...

Akşam yavaş yavaş elenirken uzaklara,

Yıldızlar ülkesinde esersin ya bir ara.

 

Okşar nefeslerin nice bir çaresiz dili,

Sen ey çocuksu düşlerimin karşı sahili.

Gök kûbbe devrilir gibi çöl çöl tüten kuma,

Gel yağ, bu dev susuzluğu tak etti ruhuma!

 

Gülsün limanların yine bir bir fenerleri,

Sen öpmesen döner mi nûra gözlerinin ferî?

İmbat misali geçme uzaktan ılık ılık,

Bir güçlü merhabaya değer bunca ayrılık!...

 

            RUBÂÎLER

Bekir Sıtkı, son dönemde rubâî tarzının başarılı örneklerini vermiştir. Hatta bu şeklin önde gelen şairlerinden olmuştur, denilebilir. Bu tarzda iddialı olan şair bize mektubunda şunları da yazmaktadır:

“Klasik  rubâî kalıplarının 24 türünü de “Sabır Sarmaşıkları” nda rahatça görmek mümkündür. 24 kalıbın mevcudiyeti daha rahat, daha derin söylemek içindir.

Şimdiye kadar edebiyatımızda rubâî söyleyenler 4-5 kalıptan fazlasını kullanmışlardır. Bu bir meşk meselesidir ki oda zannımca aşk ile gerçekleşir.”

=Rubâîlere örnekler=

                         FAL

Sen karşıma her özlediğim anda çıkarsın.

İzmir’de çıkar, Kars’ta çıkar, Van’da çıkarsın...

Hiç böyle vefa görmedi alemde hakikat:

Yollar kapanır sen yine fincanda çıkarsın.

                     İLAHİ ADALET

Her canlıya hak, layık olan cevheri verdi:

Tırtıl iki diş bulsa eğer ormanı yerdi:

Şayet kediler haftada bir gün uçabilse.

Dünyada bütün serçelerin nesli biterdi.

                      DÖNER DOLAP

Ey yolcu, değişmez bu devir hırsı bırak!

Bir müddeti var sayıyla dönmekte bu çark

Okşarda, pembe bulutlar bir gün başını,

Öpmez mi yarın ayaklarından toprak.

                      ŞAH ESER

Gönlüm gibi bir tahta hükümdar o peri,

Kuldur kalemim hükmüne çoktan beri...

Kâtiplikten başka hüner yok  bende,

Yazdıklarımın hepsi o şahın eseri.

                        FORSA

Bilmem nereden saptı bu meçhule gemim?

Kırbaçlanıyor her gece korkunç elemim!

Bir forsa hayal okyanusundan geçiyor,

Zincirde gönül kürekte naçiz kalemim.

 

Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Cumhuriyetimizin 50. Yıldönümü Marşı’nın yazarı olduğunu söylemiştik. 1973 yılında yapılan yarışmada birinci olan mısralar şunlardır:

                Müjdeler var yurdumun toprağına taşına

                Erdi Cumhuriyetim elli şeref yaşına.

                Bu rüzgarla şahlanmış dalga dalga bayrağım,

                Başka bir tuğ yaraşmaz Türk’ün özgür başına.

 

                Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu,

                Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu...